27 Eylül 2010 Pazartesi

Hint Esintisi

  Çocukluğumda oynadığım harita oyununun bir eseridir benim ülke sevdalarım aslında. Kendi ülkem benimseyip haklarında il sınırları dahil her şeyi öğrendiğim ülkeler bile mevcuttur baktığımda. Beni en çok etkileyen ve de kişisel gelişimimde önemli rol oynamış Doğu'nın incisi Hindistan hakkında az şey bilmeme rağmen bu ülkenin bendeki önemi kapladığı alandan bile büyük. Kültürüyle, tarihiyle tüm onuru ve güzellikleriyle kolayca kendimi ait hissedebileceğim ülkelerden biridir muson ülkesi.


 Hindistan hakkında enine boyuna konuşacak değilim, ben atlas değilim, sadece gerçekten hoşlandığım rastgele kültürel ögelerden dem vurmak istiyorum. Bir de eğer yakalarsam işin politik boyutu tabii ki. Beni en çok etkileyen toplumsal yapıyı oluşturan bağ ve toplumun kast sistemi çevresindeki etik ve kültürel birliği. Her ne kadar Hindistan bir iç savaşlar ülkesi olsa da, kültürün yarattığı ögelerin yitirilebileceği gerçeği kabul edilebilir şeyler dahilinde değil. İnsanların belli bir yaşam seviyesi var ve bu insanlar dinin etrafında kurdukları bu kültürel çemberi geçemezler. Bu kendini ve aslını inkar etmek olur ki buna ''Aslını inkar eden asılsızdır'' der Türk büyükleri. Her ne kadar batılılaşma ayağına ülkesini inkar eden Türk büyüklerimiz, Avrupa'da İslam'a bağlı görünmemek ve de ''Biz çok moderniz, bakın domuz bile yiyoruz'' tarzında arada kalıp sonradan görme olmuş, acınası büyüklerimiz olsa da hala eski toprakların kadim sözlerinin değerinin bilebiliyoruz, şükür.

   Hindistan değerlerinin farkında olan ve büyüme yolunda önemli adımlar atmış (ki bu büyüme maalesef nüfusu da kapsıyor) yazılım olsun, iş sahası olsun Batı'nın muhtaç ve hayran olduğu kara parçalarından biri. Potansiyel turizm alanı olmasının yanı sıra potansiyel suçlarla dolu bir alanı da var. Açlığın ve sefaletin doğal getirisi olan suç oranları nüfusu ve suçlusu az (buna sırtı pek, karnı tok ülke demek daha doğru olur) ülkeleri ''Hiii, duydun mu bugün Hindistan'da...'' dedirtiyor. Halk alışık, halklar hep alışıktır zaten. Belli bir süre sonra uyuşmaya başlarlar ve duymaz olurlar acıyı da tatlıyı da.

   Ben bunun baharat kokusundan kaynaklanabileceğinden feci halde şüphelensemde, baştakileri bir şeylerle suçlamak işi daha kolay kıldığından bu yola başvurmaya devam edeceğim. Baharat konusu biraz mantığın sınırında ve delilikle dahilin buluştuğu o ince noktada. Kast dedim, evet. Kast sisteminin baştakilere getirilerinin fevkalade olduğu su götürmez bir gerçek. Reenkarnasyon denilen bir olgu var dinde ve bu olgu bugün gördüğümüz Hindistan'ın bu Hindistan olmasında da önemli bir rol oynuyor.

    Nedir kast?  Tanımdan da bakılabileceği gibi halkı uyutma ve isyanı en aza indirgeme adına düzenlenmiş, dini ve sosyal bir kurum haline getirilmiş bir olgu kast. Zengini iki kat zengin, fakiri ise beş beter süründürmeye yarayan, hakkını arayacağın varsa da ''Uğraşma, bu dünyadan ötede yeni bir hayat var da, ben kral olacağım da'' dedirten bir sosyal bozukluk aslında. Sosyal bozukluk ama baharatın etkisiyle kendinden geçmiş, Ganj'ın (kendisi dünyanın kullanılan en pis nehri olma unvanını almıştır tahminimce) içme suyuyla midesindeki yanmayı düşünüp politikadan ve haberden bihaber toplumun pek umursadığı söylenemez.

  
   Slumdog Millionaire ile patlama yapmış Hint Dünyası rüzgarı esmekte Hindistan'ı haritada sorsan gösteremeyecek zihinlerde.

   Baharat kokulu ülkenin kahverengi derili insanı yağmurlu bir muson mevsimine uyandığında sıtmasıyla, bir zengin yeni bir Hint kreasyonu yaratıp bu kültürden prim yapıp servetine servet katmaya devam edecek yine.

   Çölleri, musonu, karıyla muhteşem bir üçü bir arada olan bu topraklar yine bir patronun ellerinde iş makineleriyle can çekişecek.

   Bir nehir kalacak geriye sessizce ve tüm kiriyle, sanki halkını kötülüklerden arındırmak istercesine akacak olanca hızıyla ve bulanıklığıyla, içinde sakladığı sırlarla.

   Birgün yeni bir Gandhi gelir, kim bilir güneşin erken doğduğu bu ülkeye.

2 yorum:

  1. Ne güzel bir yazı. Ama benim aklıma bir karikatür geldi. Birinci karede süslü ve üstünde kıymetli taşlarla bezenmiş bir tahtı olan filin üstünde bir mihrace yol alıyor.. İkinci karede yarı çıplak bir hintli fakir çocuk muz yiyerek önde gidiyor, hemen arkasında birinci karede gördüğümüz mihracenin bindiği fil, tepetaklak gelmiş. Mihrace de tahtın altında kalarak ezilmiş. Bir de ne görelim koskoca fil muz kabuğuna basarak ayağı kayıp tepetaklak geluyor. olan da mihraceye oluyor. bu bir kader olsa gerek. Belki de adli ilahi.

    YanıtlaSil
  2. :) ilahi adaletin karikatürize edilebilmesi fikri çok orjinal tebrik ve yorum için teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil