31 Ağustos 2010 Salı

Myanmar'ı Bilir misiniz?

  Çok az insan bilir belki de Güneydoğu Asya'nın bir köşesinde Myanmar (eski adı Birmanya ve hala bazı coğrafya kitaplarımızda Birmanya olarak geçiyor!) adında büyük bir kültürel miras taşıyan diktatörlük rejiminin söktüğü bir ülke olduğunu sevgili eğitim sistemimiz yüzünden! Sevgili Clare De Vries tarafından yazılmış harika bir seyahat kitabı sayesinde daha çok ilgimi çekmeye başladı bu ülke. Yerini, hatta dinini, coğrafik özelliklerinin bir sosyal bilimler öğrencisi olarak zaten biliyorum, sistemin pek bir faydası olmasa da bu konuda!!

   Clare da bir kedi tutkunu benim gibi, Tanrı hepsini korusun! Mükemmel kedi arayışı için gittiği Myanmar'da sosyal felaketlerle karşılaşır ve kitap yön değiştirir aslında bir süre sonra. Clare kendini sosyal sorunlara ışık tutması gereken (ki kendisi İngiliz ve Myanmar eskiden İngiliz sömürgelerinden biriydi) bir rehber olarak görür. Kendisini bizzat e-mail göndererek kutlamış ve hoş bir cevap da almıştım, hala sakladığım e-maillerimdendir.

    Myanmar tarihi dokusu ve halkının diğer Güneydoğu insanlarından farklı olmalarıyla (örneğin domuz eti yemiyorlar ve birtakım tuhaf gelenekleri var) turistleri çekiyor. Hippilerin ve bohem yaşayan sanatçıların uğrak ve ilham kaynağı olarak nitelendirdikleri yerlerden. Hükümetin baskısı çok fazla hissediliyor (askeri cuntayla yönetiliyor) ve turistlerin bazı şehirlere girmeleri yasak. Halk konuşmaktan korkuyor gibi görünse de, her turist gördüklerinde gizlice ülkeyi şikayet etmekten de kendilerini alıkoyamıyorlar.

    Ama bir de rahip takımı var ki (bu da dinin toplum farkı gözetmeden her yerde kullanılabileceğine kanıt teşkil ediyor) her şeyin etinden sütünden faydalanıp halkın konuşmasını engelleyen. Biliyorsunuz, reenkarnasyon inancına göre bu dünyada rahat duran insanlar (bu da ezilmeniz ve her şeye rağmen susmanızla eşanlamlı!) bir daha dünyaya geldiklerinde daha zengin ve refah içinde olacaklar. Halkın bastırılması ve sindirilmesi biraz da dini düzene dayanıyor aslında... Ama Asya insanları dinginliği seven, anarşiden de korkan insanlar zaten, Buda öğretilerine göre. Ama Buda'nın da hiçbir şekilde halkın suyunu çıkaran bir sisteme evet diyeceğini de sanmıyorum. Eğer yaşasaydı. Acaba heykellerdeki gibi kelli felli bir adam mıydı bilinmez tabii.

    Clare'nin de kitabında değindiği gibi, rahipler ve hükümet yanlısı çevirmenler yabancılar halka soru yöneltmek istediğinde bunu reddediyorlar. Ülke dışına sır çıkarmak ülkedeki en ağır suçlardan biri. Bu yüzden vize alırken eğer yazar, gazeteci ya da toplum gönüllüsü olduğunuzu söylerseniz geri çevrilmeniz bile olası. Tamamen baskıcı ve ilkel bir rejim hüküm sürmekte. Bazılar kendini kral ilan edip sonra da Avrupa'ya kaçıyor. Hala oralarda yaşayan çakma-krallar olabilir de. Clare birisinin yaşadığını ve Myanmar'a ayak basmaktan ölesiye korktuğunu söylüyor kitabında.

    Kitabı okuduktan sonra içimden iki şey geçti. Birincisi Myanmar'a seyahat ve hakkında kitap yazmak, eğer halkına birazcık yardımcı olabileceksem.. Dünya'nın sorunlu bölgelerini seviyorum. Onlar kurtarılmayı bekliyor ve umutlarını kaybetmiyorlar. Seneye Ortadoğu için bir seyahat planlamamın ve Ortadoğu'da gazeteci olmak istememin bir nedeni de bu. Fakat Myanmar zorlayabilir, deneyeceğim...

    İkincisi, ülkedeki dini ve askeri baskı bana biraz da Türkiye'yi anımsatmadı değil. Askeri güçler ve din kurumu (ki bunlardan toplumu düzenlemesi beklenir, karıştırılması değil!) sömürüsü altında bir Türkiye'nin geleceği de Myanmar gibi olabilirdi eğer biraz aydın olmasa bu ülkede, hala inanan bir gençlik olmasa. İkinci dalga demokrasisi olarak, şu an İslam ülkeleri içinde en demokratik ülke olarak anılmaktayız. Dünyanın gözünde de öyle. Davulun sesi hoş gelir lafına yurtdışında başka bir deyim kullanılır, ama şu an için hatırlayamadım.

    Hatırladığım çok daha güzel ve Türkiye'nin bazı kesimlerince çok da iyi bilinen bir söz var: Survival of the fittest. Türkçedeki karşılığı ''Büyük balık küçük balığı ham yapar.'' Nedense Doğu ülkelerinin kaderi bu küçük balık olmak... Sistem mi, toplum mu yönetim mi, hepsi birden mi, hiçbiri mi bilinmez ama bir yem olma hadisesi var evet, inkar edilemez gerçeklerden biri.

    Sevgili Myanmarlı arkadaşım Eriburma'yla iletişimimi sürdürdüğüm sürece Myanmar muhabirliğime devam edeceğim. Aynı dili konuşmasak da, ortak bir dille ortak acılarımızı paylaşabilmemiz çok güzel bir his benim için. İnsanları dinlemeyi ve öğrenmeyi seviyorum. Belki de sosyal alanlara yönelimim bundandır. Ama yaşadığım sürece bazı şeylere boyun eğmeyi reddedeceğimi biliyorum, doğamda var bu. Kendi yolunda kendi doğrularınla ilerlemek gibisi var mıdır ey insan!! Burada olsanız hayır derdiniz uzaktaki en yakın dostlarım, biliyorum. Bu yüzden bu bloğu İngilizce de yazacağım, herkese duyurmak için bir şeyleri...

    Çok bir şey değil, ama ''bir şey olabilmek'' çok önemli...

    Nereden, nereye!! Ahh Myanmar, ahh Türkiye!!

    Al gözüm seyreyle!!

29 Ağustos 2010 Pazar

Türkan Saylan Dedikleri!

    Türkan Saylan, bilmeyenler için bir kez daha tekrar edeyim ki yazımı yazma amacım daha iyi anlaşılabilsin. Kendisi İstanbul Tıp Fakültesi mezunu ve cüzzamla savaşmış, 1989 yılında kurulmuş, kendisinin de kurucu üyelerinden olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Genel Başkanlığını yapmış, ülkenin son derece aydın, iyiliksever ve de Atatürkçü şahsiyetlerinden biridir! Burada bir ünlem işaretim vardır, bazılarının o matkap işlemeyen beynine bir nebze de benden olsun diye! Vikipediatik bilgiler bunlar evet ama hatırlat(tır)mak açısından hayati önemi var.

    Bugün bir arkadaştan aldığım (o da başkasından almış, ki anlaşılan ortada toplu nefret var) mesajın etkisiyle yazımı yazmaya karar verdim. Mesaj kelimesi kelimesine şöyleydi:

    ''Kanal D'de yakında başlayacak olan TÜRKAN dizisinde MİSYONER ve PKK YANDAŞI olan Türkan Saylan'ın dizisi çekilmektedir. PKK'lı öğrencilere birçok yardımda bulunan bu bölücü terör örgütüyle işbirliği içinde olan, türbanlı kadınlarımıza 'Onları görmek istemiyorum, elimden gelse örtülerini yakarım. Çocuklar namaz kılmasın bale yapsın' diyen MİSYONER Türkan Saylan'a çekilen 'TÜRKAN' dizisini ve bu diziyi yapan DOĞAN MEDYA GRUBU'nu boykot ediyoruz! Eğer milletini ve dinini birazcık seviyorsan bu diziyi izleme ve izletme!''

    Evet, sinirlerin gerildiğini tahmin etmek çok kolay, ki aynı nedenle ben bu mesajı buraya yazıp, ülkede nasıl gerici bir zihniyetin varolduğunu ve de yaratılmaya çalışıldığını herkese (ki zaten bilinen bir şey, sadece unutturmamak babında) göstermekle kendimi mükellef hissettim. Burada birtakım nüanslar var ve elini vicdanına koyup rasyonalist düşünebilen her vatandaş bunları bir bakışta görebilir. Kendi adıma ben yakaladığım açıklardan birkaç tanesini aktarmak istiyorum.

    Deniliyor ki PKK yandaşı Türkan Saylan. Türkan Saylan'ın Doğu Anadolu için yaptığı fedakarlıklar ortada, bazıları buna yandaşlık diyorsa, bu onların kör cehaletinden ileri gelen bir durumdur. Hemen kendilerine bir araştırma ekibi edinmeleri tavsiye edilir. Türkan Saylan'ın doğu için çalışmaları PKK yandaşlığının aksine PKK karşıtlığıdır!! Türkan Saylan Doğulu çocukların okumalarını sağlayarak onların PKK denilen illetin bir üyesi haline gelmemeleri için savaşmıştır!!

    Peki bu mesajın sahipleri bu çocukları olduğu yerden daha ileri taşımak için ne yapmıştır? Kendileri ırkçı söylemler yayıp nefret tohumları ekmekten başka ne işe yaramışlardır?

     Ben söyleyeyim, HİÇ!!! Yandaş, dindar geçinenlere yardım yapıp Doğu'ya sırtını dönmüş ırkçı zihniyetin ürünü nedir nefretten başka? Teröre aslında ''hiçbir şey yapmayarak'' katkı sağladığınızı göremeyecek kadar körleşmiş ruhlarınız ki, Doğu'yu bağrına basanları terör yanlısı ilan edebilecek kadar ileri gidebiliyorsunuz!

     Türbanlı kadınları görmek istemiyorum... Bunu diyen cüzzam hastalığıyla yıllarca savaşmış ve kızların okuması için elinden geleni layıkıyla yapmış bir kadına ait öyle mi? Anneannem, ki kendisi görmüş geçirmiş  ve Türkan Saylan'ın icraatlerine bizzat tanık olmuştur, hep Türkan Saylan'ın köylülerden aldığı duayı kimsenin alamayacağını söyler. Unutulmuş köşelerin, kıyıda köşede kalmış, bırakılmış insanlarun acılarını dindirmeye çalışan vatansever bir kadının, bir kadını türbanından dolayı dışlayabileceği vaki midir ? Kendi kuyusuna düştü derler hani, işte bu mesajın sahibi çürük zihniyetler de aynen bu halde şimdi. Dini sömürerek nasıl da insanları ayrımcılık uçurumuna itebiliyorsunuz!

    Din elden gidiyor, diyorsunuz da, şu yıllardır sömürdüğünüz Müslümanlığın sizi çoktan bırakıp gitmiş olabileceğini düşündünüz mü? Evet din elden gidiyor, din sizin elinizden gidiyor... O kadar oyuncak ettiniz ki onu! Ben düşündüm, daha da düşünürüm sizin yerinize de, eğer bir yardımım dokunabilecekse örümcek bağlamış zihinlerinize!

    Neyin peşinde olduğunuz az çok biliniyor, ama vefat etmiş bir kadının kemiklerini sızlatma hakkını kendinizde görmeniz, sizin gericiliğinizi göstermesinin yanısıra, dini nasıl da sömürüp, belli bir kesim üzerinden prim yapmak adına ''türban'' masalını uydurduğunuzu kanıtlıyor.

    Ne yazık ki toplum hala uyu(tulu)yor ve birtakım gerçekleri görmekten de yoksun... Türkan Saylan gibilerinin çoğunlukta olması hepimizin dileği olsa da şimdilik bu da gerçekleşmeyecek dilekler listesine girmiş gibi görünüyor!!

    Belki Türkan dizisi sayesinde birtakım uyuşukluklar çözülür ve Türkan Saylan zihniyeti daha iyi anlaşılıp kendisine yeni müritler bulur, kim bilir...

    Yine de Kanal D yapımcılarına O'nu unutmadıkları ve belki de ''bazılarının'' gözüne gerçeği batıracakları (çünkü gerçek batar biliriz)  için binlerce teşekkürler!



    

  


   

Birileri ''Bertaraf'' Oluyor

      Yıllardan beri hayallerin ve ideallerin susturulması gereken, eğer susturmazsan da ''susturulacağın'' bir ülkede yaşamaktayım. Sustuk, sömürüldük, hayallerimiz elimizden alındı, adı çok geçen ama ismi olup da cismi olmayan demokrasiden mahrum bırakıldık. Değerlerin alaşağı edilmeye çalışıldığı ve götürülerinin getirilerinden fazla olduğu bir 8 yıl evresindeyiz şimdi. Türkiye için politikanın hiç bu kadar sanallaş(tırıl)madığı, hiç bu kadar vatandaşın göz göre göre ''demokrasi'' hapını yutmadığı, Türkiye'nin Ortaçağı diyebileceğimiz bir diktatörlük aşamasında ve de uçurumun kenarındayız millet olarak.

       Hep partiler, askerler ve belli bir kesim konuşturuldu bu ülkede. ''Bir gençlik var ve acaba onların değerlerinden ne haber'' sorusunun yöneltildiği ise vaki değil henüz. Biz de buradayız ve hiç görmediğiniz kadar diriyiz, heyecanlıyız ve bizim hala ümidimiz var. Bu gençlik henüz sönmedi, hala içimizde millet aşkını en derinden yaşıyoruz ve de yaşatmak için çabalıyoruz. En azından biz deniyoruz!

       Bizim Sayın Erdoğan’ın ya da Gül’ün çocukları gibi Amerika’da okuma lüksümüz yok, çünkü bizim babalarımız zar zor kazandığı parayla ancak gelen zamlara yetişebiliyor ve de zorunlu ihtiyaçları yatırabiliyor. Bizim annelerimiz Sayın Emine Hanım gibi 500$ vererek bir çanta takamaz, çünkü annelerimiz azıcık parayla evi nasıl döndüreceğinin derdindedir.

       Biz susması ve önüne ne koyulursa onu yemesi gereken bir Türk gençliğiyiz. Susalım, sonsuza kadar ki birileri daha fazla sömürsün bizi! Kimselerin haberi olmasın dönen dolaplardan, kimsecikler gösteremesin onların ayıplarını! Onlar sürdürsün ki sefasını, biz çekebilelim kalan cefasını! Biz susalım ki siz daha çok kin serpin içimize, daha çok düşman olabilelim değerlerimize!

       Biz ölürüz onların çocuklarının yerine de, siz yeter ki rahat edin diye! Kardeşi kardeşe kırdıran bir düzenin çarkına çomak sokmayız biz, siz yeter ki döndürebilin yanlı çarklarınızı! Biz susarız değil mi? Biz susan, boyun eğen Türk gençliğiyiz sizin nezdinizde!

       Biz gerekirse ‘’EVET’’ demeyi biliriz, siz alıp koparın, kullanıp atın bu Cumhuriyeti diye!

       Biz ‘’BERTARAF’’ oluruz sayın iktidar yeter ki siz ‘halktipi’ villalarınızdan kopmayın diye!

       Biz susarız EY iktidar siz ve sizin belirli zümreleriniz konuşsun diye!

       Biz boyun eğeriz birileri daha çok kazansın diye!

       Ama biz öyle de bir gençliğiz ki ‘’HAYIR’’ demesini de biliriz, ‘’Durgun sular derin olur’’ atasözünü hatırlayın diye!