23 Şubat 2011 Çarşamba

Libya Devrimine Çeyrek Kala

      ORTADOĞU’DA son zamanlarda birbiri ardına yaşanan siyasi kaoslara geçtiğimiz günlerde bir yenisi eklendi. Kaddafi'nin ülkesi olarak da bilinen Libya. Tunus ile başlayıp aynı topografyadaki Mısır'ı vuran siyasi krizlerle dünya son bir aydır gözünü Ortadoğu’ya dikmiş durumda. Libya'da yaşanan kanlı olaylar ve Kaddafi'nin'nankör' olarak adlandırdığı siviller, Kaddafi'nin Çad'dan ithal (!) ettiği askerler tarafından katledilmekte. Kaddafi gayet sakin bir şekilde basın açıklamaları yapıp, kaçmayacağını söylüyor. Bir açıklamasında dile getirdiği sözler ise hayli düşündürücü: “Kaddafi devrimdir, direniştir, Libya'dır.” Oldukça narsist ve egoist bir yaklaşım içerisinde bulunan Kaddafi'nin ülkede tek adam olma yolundaki hırsı devam etmekte ki, kendi halkına dahi bir damla merhamet göstermemekte. Bingazi'de ise, sokağa dökülüp çoktan galeyana gelmiş halk ise geri çekileceğe benzemiyor. Onlar da aynı şekilde Çadlı askerlere saldırmakta. Son birkaç günde yaşanan gelişmeler bunlar. Peki, Libya nasıl ve neden bu hale geldi? Hikayeyi baştan anlatma zamanıdır.

   Yıl 1930. İtalyan işgali tüm Libya'ya yayılmış durumda. Ortadoğu'nun en çok bedel ödeyen, hatta bunu bizzat bedeniyle ödeyen toplumu olan Libya'da İtalyan katliamı başlar. Nüfusun neredeyse %30'u yok olur ve İtalyan faşizmi ülkede kol gezer. 1952'de bağımsızlığına kavuşan ilk Afrika ülkesi Libya'da bir krallık devri başlar. 1969 yılında ise Kaddafi tarafından krallık devriliyor ve yönetimi Kaddafi önderliğindeki Libya Arap Sosyalist Cemahiriyesi ele alıyor. Cemahiriye ise Cumhuriyet ve cemaat arası tuhaf bir karışım. Kitlelerin devrimi anlamına geliyor. Herhalde dünyada uygulandığı tek ülke Libya olmalı! Bunu da Kaddafi'nin uçuk hayallerine bağlayabiliriz. Zira kendisi Libya'ya 10 milyon turist getireceğini iddia edip, 10 bin turisti zor görmüştü!Kaddafi'nin ilk işi tüm partileri kapatmak olmuştur. Çünkü kendisi partilerin, tiranlığa yol açabileceğini düşünmüştür. Sanki kendi monarşik yönetiminin yanında tiranlık büyük bir ayıpmışçasına!

   Ülkeye halk kapitalizmini (!) getireceğini söyleyen Kaddafi ülkedeki tüm özel gazeteleri kapatır. Ülkenin büyük gelir kaynağı olan petrolü yandaşlarına dağıtıyor ve kendisini desteklemeyenleri petrolden mahrum bırakarak cezalandırıyor. Bugün nüfusu 7 milyon olan Libya'da halk aylık 90 TL gibi bir gelirle hayatını idame ettirmeye çalışıyor. İşsiz, aç ve umutları kalmamış potansiyel bir gençlik, Mısır ve Tunus'tan cesaret alarak neler yapmaz? Bugün gördüklerimiz 40 yılı aşkı bir süredir Kaddafi'nin liderliğindeki Libya'nın birer yansımalarıdır. Bugün, hala oralarda ayda 90 TL ile geçinmeye çalışan insanlar varsa, komşularınız ayaklanmışsa, lideriniz her zamankinden daha acımasızsa yapacak daha iyi neyiniz olabilir isyan etmekten başka?

    Dünyada durum ne? Her zamanki gibi 'popcorn' kuşağı dönmekte televizyonlarda. Tepkisiz ve ilgisiz bir şekilde insanlar sadece olacakları izliyorlar. Tıpkı Kosova'yı, Çeçenistan'ı izledikleri gibi. Bana dokunmayan bin yaşasın anlayışı Libya içinde sürüyor! Kan dökülüyor ve Libya bunun bedelini çok ağır ve adaletsiz bir şekilde ödüyor! BM her zamanki gibi diplomatik açıklamalar peşinde. Halkın davayı kazanmaya ihtiyacı var, kuru lafa değil! Bu insanlar yıllardır vaatle, yalan ve dolanla zaten uyutulmakta. Daha fazlasına ihtiyaç yok. Barışın kısa zamanda Libya'ya da bir uğramasını, işi gücü yoksa eğer vaziyete bir göz atmasını dileyerek yazımı Anggun'dan “World” ile kederden dibe vurmuş bir halde bitiriyorum...

       Oh world, naked and bruised,
       Oh world, got so much to lose,
       Oh world, tired and used,
       Oh world, please tell me
       What on earth is going on?

14 Şubat 2011 Pazartesi

Subjektif Tarih Dersleri

      Okuldaki tarih dersleri benim için çoğu zaman işkenceye dönüşmüştür. Hoca elinde kırbacıyla dövüyor sanki her birimizi eğer ateşli ve tarihe yakışır bir biçimde dinlemezsek… Belli etmezsek onayladığımızı. Ağır sözleri ve şaşkın bakışları oluyor çoğu zaman, bir öğrenci karşı çıktığında ya da itiraz etmek istediğinde herhangi bir şeye. Taraflı ve çarpıtılmış, doğruluğuyla oynanmış bir tarihe maruz kalıyoruz okullarda milli kimliğe halel getirmemek adına. Tarih kitaplarıyla bir türlü yıldızı barışmamış biri olarak tarih derslerini de sevemedim ben. Neden mi? İnsani değerleri ayakları altına alan ve toplumdan çok kişileri yücelten Osmanlı zihniyeti kanıma dokunduğu için.

     Tarihin karanlık yönleri balçıkla sıvandığı, ihtişam akan taraflarının ise asırlardır bal börek olarak bize yutturulduğu gerçeği içime sinmediği için. Einstein’ın izafiyet teorisinin bile Quantum tarafından yıkıldığı bu yüzyılda, kim mutlak doğrunun varlığından söz edebilir ki? Kim diyebilir ki yüzde yüz doğru bir bilgiyi bize? Muğlak meseleler dururken kenarda köşede, nedir bu tarihe olan övgü eleştirel bakmak yerine? Kusurları olmayan bir toplum imkanlı bir şey midir ki biz sütten çıkmış ak kaşık olduk birdenbire? Biz dediğime bakmayın, öfkem sahibini bulacak birazdan kalemimle. Kılıç yerine kalemimin keskinliğine sığınacağım.

    Tarihe olan öfkem onun insani duygulara uzak kalmasıdır ilk olarak. Tarih insanlar sayesinde yazılmıştır ve nesilden nesile aktarılmıştır. İnsanlık olmasaydı eğer yazacak ne kalırdı geriye? Tarih bilimi insanlıkla alakalı bilim dallarından biri ve ne yazık ki bu tanıma uyduğu pek görülmemiştir. İnsan temasının soyutlanarak aktarıldığı kuru tarih kitaplarıyla başımın dertte olmasının sebebi budur. İçinde insanı aradım ben, fakat muvaffak olamadım ne yazık ki. Savaşlar vardı, unvanlar, zaferler ve galibiyetler. İnsanı aradım, yok efendim. Bulamadım. Özelikle biri oradan o sözcüğü çıkarmış gibi duruyordu okuduğum tüm subjektif tarih kitapları. Kendilerini subjektif olarak anma nedenim, kendilerinin insan gerçekliğini göz ardı ederek objektif yasalara baştan karşı gelmeleridir. Hümanizmayı elinin tersiyle iterek tahta zaferi, şanı, savaşı oturtan bir tarihin gelecek nesillere katkısı nedir acaba? Hep merak etmişimdir.

    Ne bekler acaba hocalar bize kanlı savaşlar, ayaklanmalar ve katliamlar anlatırken? Elimize kılıcı alıp ‘’Allah Allah’’ nidalarıyla sefere gitmemizi mi? Burada verilen mesaj ‘’Bakınız biz kanla, kılıçla toprak ‘’gasp’’ aman pardon fethettik!’’ midir? ‘’Biz tarihi eserleri ibadethaneye çevirdik, buyurun içinde ibadet edin!’’ mi peki? ‘’Biz halkı vergilerle soyduk, yok yok vergi topladık!’’ mıdır? Ne beklerler acaba çocuk beyinlerden bunlar anlatıldığında?

    Çok soru soran ve sorgulayan bir öğrenci olduğum için, çok hocanın asabını bozup tokat bile yemişliğim vardır. Anneme de diyemezdim, eti senin kemiği benim kanunu yüzünden. Araştırmanın önemini kavrayıp kitaplara sarıldım. Minik bir kitap kurduydum kozanın içinde. Körü körüne ilerlerdim rehberden yoksun. İyi ki kimse bana kozadan nasıl çıkacağımı öğretmemiş! Özellikle de tarih söz konusu olduğuna kendimle gurur duymadan edemiyorum. Ohh olsun diyor içimdeki hümanist, sen olmadın onlardan.

     Tarihin yarattığı önyargılardan bıkıp usanmış bir birey olarak, tarihle aramın bozuk olması doğaldır. Bir diğer neden de ‘’düşman’’ sözcüğünün çocukluğumuzdan itibaren içimize işle(til)mesidir. Biz çevresi düşmanlarla sarılı Türkiye cennetinin, onu korumakla mükellef fedaileriyiz onlara göre. Onlar kim? Tarih kitapları, aile bireyleri. ‘’Düşmanı denize döktük!’’, ‘’Domuzdan post, gavurdan dost olmaz’’, ‘’kafir’’ gibi söylemlerle büyütüldük dostluk ninnileri yerine. Eğer o ülkelerde de eleştirdiğim tarzda bir tarih anlatımı söz konusuysa, eleştirim ayrıca onlaradır da. Ayrım yapmamak gerek böyle konularda. Hiç unutmam, bir gün anneme sormuştum: ‘’Anne, biz Türkler dışındaki herkes çok mu kötüdür? Bir iyi biz miyiz?’’ Annem iyi bir Türk vatandaşı olarak tarihi kolladı elbette. Sinir olmuştum gerçekten de. İnanmıyorum dedim o gün, kendim keşfedeceğim! İyi ki beni o gün sinir ettin anne. Böylece bana gerçeğin yolunu açtın.

     Biz bize aktarılanları gelecek nesillere iletmekle görevli Türk gençliğiyiz. Konuşmayız yeri gelmedikçe, lal olur diller tarih dendiğinde. Bozsak şu suskunluğu, atsak üstümüzden şu rehaveti de br araştırsak? Ne kaybederiz bir Türk olarak? Türk dediğin mert olmaz mı? Mertlik doğruluk gerektirir, o zaman amacımız doğrunun kendisi olmalı bizim. Tarih sandığını açıp içinden eskimiş bilgileri ayıklayıp atsak artık diyorum. Düşmanlık tohumlarının dibine kibrit suyunu döküp, dostluk fidanları eksek yerine?

     Zaman doğruların güneşe çıkmak için çoktan yol aldığı zamandır. Zaman bizim zamanımız. Geçmişin perdesini indirip, geleceği aydınlatmanın zamanı…