7 Aralık 2010 Salı

İzlandik Ezgiler

   Sabahın erken saatlerinde kendimi Sigur Ros grubuna kaptırmamın altında yatan nedenleri araştırırken, aslında başat sebebin İzlanda'nın kendisi olduğunu kavradım. Malumumuz kendisi uzak ve egzotik ada ülkelerinden biri olup, kaçış anlarımızda sığınmak isteyeceğimiz limanların başında gelebilir.Yolu İzlanda'ya düşenler, İzlanda'nın ne kadar büyüleyici ve saf bir kültüre sahip olduğunu söyleyip öve öve bitiremezler. Ülkenin coğrafik yapısına bakıldığında kuzeyde olduğu görülür, fakat gayzerlerle dolu bu ülkede hava güney kıyılarda ılımandır. İskandinav ülkeleriyle karşılaştırlıdığında daha ılıman olduğu söylenebilir en azından. Anlaşılacağı üzere bugün burada İzlanda ve Sigur Ros için varım. Kendisi İzlanda'nın medarı iftiharı ve benim de ölmeden dinlemem gerekenler listesinde ikinci sırayı alan gruptur.

   Sigur Ros'u İzlanda'yla bağdaştırmamın nedeni, grubun İzlandik kültür öğelerini şarkılarında çok iyi barındırıp bunu dünya piyasasına etkili bir şekilde sunması ve  aynı zamanda kültürlerine belli bir ölçüde sahip çıkmalarıdır. Bakıldığında şarkıların Icelandic (Türkçeye adaptasyonu zor olan bir dili adı) olduğu ve tek tük İngilizce şarkıların olduğu görülür. Anlaşılma kaygısı gütmeden bu kadar güzel ve cennetten çıkma olduğunu bile düşünebileceğiniz şarkıların dünyanın her yerinde dinlenmesi ve müzik otoriteleri tarafından beğenilmesi bana biraz da küyerelleşme kavramını düşündürtmedi değil. Küyerelleşme üzerinde kitap yazılabilecek kadar ayrıntılı bir konu olmasına rağmen bir satırda açıklamak gerekirse onun küresel olanla yerel olanın iç içe geçmesi olduğu söylenebilir. İnsani duyguların evrenselliği ve İzlanda kültürünün yerelliğinin bir potada eritilmesinden doğan bu leziz müzik en iyi örneklerden biri olabilir.

    Örneğini bloğumda verdiğim müzik bir denizcinin hayatını anlatır ve denizcilik kültürünün İzlanda gibi okyanus ülkelerinde ekonomik açıdan hayati önem taşıdığı coğrafyayla ilgilenen herkes tarafından bilinir. Kültürün müziğe adaptasyonu ve bu yolla küreselleşmesini desteklerken, aklıma Türkiye'deki popüler kültür ve müziğimizin yok oluşu konusu da gelmedi değil. Bu da ayrı bir panel konusu olurdu muhtemelen. Sertab Erener'in Eurovision başarısı aslında kendi müziğine sahip çıkıp, ödün vermeden icra etmenin getirilerini gösterme bakımından şahane bir örnektir. Örneklerin çoğalması dileğimizdir, biz İzlanda'ya dönelim.

    Nüfus yoğunluğunu çok düşük olduğu ve halkın çoğunluğunun Reykjavik'te yoğunlaşması bize başkentin ülke için ekonomik açıdan hayati önemi olduğunu gösteriyor. Gelişmiş bir Avrupa ülkesi olarak gösterilen İzlanda'nın her ne kadar tarihi bağlantıları olduğu ana karayla ilgisi olsa da aslında kendi kültürünü yaratmış bir ülke olduğu görülür. Bankacılık, dolayısıyla hizmet sektörünün gelişmiş olduğu İzlanda, doğal kaynaklara duyduğu saygıyla da diğer ülkelerin bir adım önüne geçiyor.


    Gayzerler ve diğer doğal kaynaklar ülkede elektrik ve su gibi harcamaların bedava olmasını sağlıyor. AB üyesi bir ülke olmayan İzlanda, iyi ki de değil dedirttiriyor aslında. Acaba koruyabilir miydi o kendine has narin havayı batıya çok fazla karışmış olsaydı? Bilinmez.Demokrasiyle yönetilen ve insan hakları duyarlılığının had safhada olduğu, minik ve sevimli bir ülke desem, çok mu elit ve üstün körü bir yorum yapmış olurum? Sanırım evet. Saeglopur denizci manasına geliyor Icelandic dilinde, tam da İzlanda masalına uygun düşen bir şarkı ismi değil mi ama? Siz en iyisi kendinizi Saeglopur büyüsüne kaptırıp, kendi içinizde yaşayın İzlandik ezgilerini, her gün Türkiye'nin nağmelerini birilerinden dinlediğimiz gibi...

    Politikadan birazcık da olsa uzakta, bir saati kendinize adayıp, okuyun  Jules Verne'nin o fantastik güzellikteki Dünyanın Merkezine Seyahat'e ilham kaynağı olmuş şu güzel ülkeyi. İlla savaşlar mı bizi ilgilendirmeli? Duramaz mıyız kötü haber duymadan? İlgilendirmez mi bizi de barışlar savaşlar kadar? İroniler toplumu olarak, her ikisini de içinde eritmeyi bilen ve bununla çok iyi yaşayan bir millet olarak İzlanda soğuğu biraz çarpabilir, dikkat!

  

  



  

2 yorum:

  1. Bir anı;

    Mehmet Akif Bebeğin ziyaretçisi yine geldi. 
Fakat pencere camı kapalı olduğu için, camda nöbet bekledi. Bebek ile kedi arasındaki garip iletişim onların arasında derin bir arkadaşlığı simgeliyordu. 
(Resmi tıklayarak gerçek boyutunda görebilirsiniz.)

    

http://mefkuremiz.blogspot.com/

Gerçek öyküyü okumak için bir önceki kayıttaki "Bir anne, bir bebek, bir de kedicik" adlı yazıyı da okumalısınız.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil