19 Şubat 2012 Pazar

Kıyılarından Ayrılan Kadınlar

Yıl 2000. Yazmaya karar verdiğim anda elime kalemi aldım ve ortaya ilk şu cümle çıktı: ‘Bulunduğun kıyıdan ayrılmazsan karşıdaki kıyıları göremezsin.’ Çocukluğumdan beri içimde büyük bir macera tutkusu süregelmiştir; ama bunu kalemle ifade etmeyi ise 9 yaşında tutmaya başladığım ilk günlüğümle öğrenmişimdir. Geçenlerde de bir söz gördüm duvarın birinde: ‘Hayat kendi konforlu çemberinden çıktığında başlar.’ Ben de kendi konforlu çemberimi 2009 yılında üniversiteye başladığımda bırakmış, şimdilerde de yurtdışında yaşamaya başlamış olduğum için bu iki söz üzerine düşündüm. 9 yaşındayken karşıdaki kıyıları görmem gerektiğine inanırdım. 20 yaşındayım ve sadece kıyıları değil; tüm dünyayı görmem gerektiğine inanıyorum. Böyle düşünen sadece ben değildim elbette. Dünyadaki pek çok kadın yazar, politikacı, aktivist ya da sanatçı ‘kendi konfor çemberini’ terk ederek hayata başka kıyılarda başladı. Bu da onların öyküsüdür. Birkaç kadının diğerlerine ilham olan öyküsü.


Ayn Rand
Bir otobüste olduğumuzu farz edelim. Kıyılarından ayrılanlar da duraklar olsun. Biz de teker teker onlardan bazılarını ziyaret edelim. Ben ilk durağım olarak Ayn Rand’ı seçtim. Otobüs yavaşça Ayn Rand durağına doğru ilerlerken, ben de sizlere onun hakkında birkaç bilgi vereyim. Ayn Rand 2 Şubat 1905’te Rusya’da doğmuş ve eğitimini orada tamamlamış bir yazar.  Kendisi Yahudi asıllı bir aileden gelmişti ve o dönem Rusya’da Yahudi kadınlara da üniversiteye gitme hakkı tanındı. Ayn Rand, Rusya’da  üniversiteye giden ilk kadınlardan biri oldu. 1926’da ise tüm ailesini ve hayatını geride bırakarak Amerika’ya göç etti. Orada bir dönem Holywood’ta yazarlık yaptı ve daha sonra kendi kitapları ve felsefesiyle tanınmaya başladı. Rand, ‘Atlas Silkindi’ ve ‘Yaşamak İstiyoruz’ adlı eserleriyle ünlüdür. Kendisi hayatı boyunca birçok idealin öncüsü olmuşsa da, biz onu en çok edebiyat ve felsefe alanına yaptığı katkı ‘objektivizm’ ile tanırız. Rand, 1982 yılında öldü ve ABD’de kaldığı süre içerisinde bir daha asla Rusya’ya dönmedi. Otobüsümüz Ayn Rand durağında durdu. Kendisi bize o alaycı ve kendinden emin yüz ifadesiyle gülümsüyor ve soruyor: ‘’Nereden ve niçin geliyorsunuz?’’ Biraz kekeledikten sonra cevaplıyorum: ‘’Biz bulunduğu kıyıdan ayrılanlarız. Bize örnek olan insanları ziyaret ediyoruz’’ Bir kahkaha atıyor ve o meşhur sözlerinden birini söylüyor: ‘’ Yaratıcı bir insan, başarma aşkı ile motive olur; başkalarını yenme arzusuyla değil’’ diyor ve gözden kayboluyor. Ben ve otobüs sakinleri de bu söz üzerine düşünerek yolumuza devam ediyoruz.



Meri Te Tai
Otobüsümüz uzak diyarlara doğru yola çıkıyor. Bu kez Meri Te Tai Mangakahia’yı ziyaret edeceğiz. Kendisi Yeni Zellanda Maori (Yeni Zellanda yerlisi) kabilelerinden bir kadın üye. 1868 yılında doğmuş olan Meri Te, köklü bir Maori kabilesinin üyesiydi. O dönem Yeni Zellanda’da Maori kadınlarının seçme ve seçilme hakkı yoktu. Meri Te Tai ise, dört çocuk sahibi olduktan sonra parlementoya girdi. ve Maori parlementosunda kadın hareketleri üzerine çalışmalar yaptı.  Sadece kadınların seçme ve seçilme hakkı na sahip olmasını talep etmekle kalmadı; üstelik parlementoda kadınlar için daha fazla koltuk talep etti. Yıllar süren siyasi kavgalardan sonra bu dileğini gerçekleştirdi ve bunu şu deyimiyle ifade etti: ‘’ Amaca ulaşıldı.’’ Erkek egemen bir toplumda kadının, üstelik bir kabile üyesinin böylesine bir zafere erişmesi sadece Maori ve Yeni Zellanda tarihi için değil; dünyadaki tüm kadınlar için de önemli bir tarihtir. Kendisi eşi öldükten sonra inzivaya çekildi ve 1920 yılında hastalıktan öldü.  Ben size onu anlatırken durağa geldik bile. Kendisi geleneksel Maori kıyafetinin içinde duruyor ve bizlere bakarak gülümsüyor. Biz de ona gülümsüyoruz. Dilimizi biliyor mu acaba diye soranlar var otobüste. Elbette biliyorum diye gürlüyor Meri Te! ‘’Ben Yeni Zellanda’da doğup büyüdüm!’’ Biz de ona kısaca amacımızı anlatıyoruz ve bize bakarak: ‘’Amaca ulaşın ama çok çalışın’’ diyor ve o da Ayn gibi sislerin içinde kayboluyor. ‘’Ben de tuhaf bir izlenim bıraktı’’ diyorum diğerlerine. ‘’Belki de eski zamanlardan bir kabile kadını olmasının etkisi büyüktür ‘’diyor yolculardan birkaçı. Belki de, diyorum ve başka duraklara doğru yola çıkıyoruz.



Parvin Ardalan
Bu sefer uzaklara değil; komşu bir ülkeye doğru yola çıkıyoruz. İranlı, kadın hakları üstüne çalışmalar yapan ödüllü gazeteci ve yazar Parvin Ardalan’ın ülkesine; İran’a gidiyoruz. Parvin Ardalan 1967 yılında İran’da doğmuş bir gazeteci. Kendisi İran’da kadın hakları ve sansür adına yaptığı çalışmaları ile uluslararası arenada tanınmakta. İran gibi İslam rejiminin dikte ettiği ve kadın haklarından değil; insan haklarından bile doğru dürüst bahsedilemeyen bir dönemde kendisinin bu tarz kampanyalar yaparak insan hakları bilinci uyandırması ve kadın haklarından dem vurması tüm dünya tarafından alkışlandı. Kendisi 2006 yılında başlattığı ‘Kadın-Erkek eşitliği için 1 milyon imza’ adı altında yaptığı kampanyayla tanındı ve Olof Palme ve yaşasaydı onunla gurur duyacak olan Simone de Beauvoir ödülüne layık görüldü. Kendisi Tahran’dan sürüldüğü için, 2009 yılından beri İsveç’te yaşamakta. Biz de karlarla kaplı İsveç durağına yaklaşıyoruz kendisinden bahsederken. Kısaca amacımızdan bahsediyoruz ve bize dönerek o Doğu’ya has gülümsemesiyle şöyle diyor: ‘’Bazen yorulabilirsiniz ve vaz geçmek de isteyebilirsiniz. Önemli olan hayal etmek ve düşlerinizin gerçekleştiğini izlemektir’’ diyor. Benim de gözlerim hafiften yanmaya başlıyor vatanından sürgün edilmiş Parvin için ama ağlamıyorum. Ağlamak yerine bazen cesur olmak ve göğüsleyebilmek gerek diyorum. Biraz hüzünlü; ama kesinlikle güçlü bir şekilde Parvin’i bırakıyoruz arkamızda.



Ece Temelkuran
Bu kez uzaklara gitmiyoruz. Kendi içimizden ve yurdumuzdan bir kadın var bu kez karşımızda: Ece Temelkuran. Biz onu gazetecilikteki üslubu, açıksözlülüğü, kitapları ve Ermeni sorunu üzerinde yaptığı hassas çalışmaları ile tanırız. Bir de bize ‘Muz Sesleri’ adında bir kitap armağan etmiştir. Ece’ye doğru yola çıkarken, ondan da bahsetmek gerek biraz. Kendisi 1973 yılında İzmir’de doğdu ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1993 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaya başladı ve kendisi Brezilya, Hindistan ve Venezuela gibi ülkelere giderek çeşitli gazeteler için köşe yazıları ve sonunda kitaplar yazmaya başladı. Ulusal ve uluslararası arenada birçok ödüle layık görülen araştırma ve yazıları ile genç gazetecilere ilham kaynağı oldu. ‘Ağrı’nın Derinliği’ kitabıyla insanlara ‘hımmm’ dedirten Temelkuran başarılı bir çalışmaya da imza attı. Kendisinden ateşli bir şekilde bahsederken Türkiye durağına da gelmiş bulunuyoruz. Ece Temelkuran’da durağa dayanmış bize gülümsüyor. Biz de yine amacımızdan bahsediyoruz. Bize dönüyor ve o imalı sözlerinden birini söylüyor: ‘’ Işıkta yıkamalısın gözlerini, ışık kaçan her göz, kendinde dinlenmeyi ve kendi suyuyla yıkanmayı öğrenir çünkü. Tıpkı boyunlarını kendi gövdelerinde uyutmayı öğrenmek zorunda olan kuğular gibi...’’



Nev-i Şahsına Münhasır
Biz de bu söz üzerine otobüse atlıyor ve mola vereceğimiz yere gidiyoruz. Çay kahve eşliğinde yapılan tartışmalar ve sohbetler doğrultusunda laf lafı açıyor ve sonunda bana şu soruluyor: ‘’Peki, bu konuyu nasıl bir sonuca bağlardın?’’ Duraksıyorum. 4 güçlü ve ünlü kadının ardından bu sorunun bana yöneltilmesi ezilip büzülmeme neden oluyor; ama topluyorum kendimi ve son olmayacak ama ilk olan sözlerim olarak şunları sarf ediyorum:  ‘’Burada 4 kadın-4 ülke sunarak bir şeylerin altını çizmeye çalıştım. Kadın olmanın her zaman zorluklarla mücadele etmek olmadığını; inanıldığı ve bir kıyıya ulaşmak için hayallerimiz olduğunda istersek gökyüzüne dokunabileceğimizi de vurgulamak istedim. Bu kadınlar illa yazar, politikacı ya da gazeteci olmak zorunda değil. Bu kadınlar ekonomist, ev hanımı, doktor, öğretmen, mühendis veya sanatçı da olabilir. Yeter ki inandığımız bir hedefimiz ve ulaşmak istediğimiz kıyılarımız olsun. Kıyılar insana cinsiyet sormaz pasaportunuzu gösterdiğinizde. Sadece inanmanız ve bir şeyleri başaracağınıza dair azminiz olduğu sürece herkes bir kıyıya tutunur. 20 yaşında ilk kıyısına ulaşmış; ama birçok ulaşacak kıyı olduğunu fark etmiş biri olarak hepinizin kendi kıyısını bulmasını diliyorum. Unutmayalım! Bulunduğumuz kıyıdan ayrılmazsak, karşıdaki kıyıları göremeyiz.’’

Bu yazı daha evvel Martı Dergisi Şubat sayısında yayınlanmıştır.