27 Ekim 2010 Çarşamba

DİKKAT! DÜNYAYI BİZİMLE PAYLAŞAN BİRİLERİ VAR!

  Bu cümleyi binlerce kez duyduk, okuduk ve beynimize yerleştirdik. Kimimiz bu dünyayı paranormal varlıklarla, kimileri uzaylılarla, kimileriyse diğer insanlarla paylaştığımızı düşünür. Bunun bir de canlı boyutu vardır ki bitki ve hayvanları, yani somut varlıkları kapsar. En çok ihmal edilen alanı da budur. Neden illa başka varlık dendiğinde insanların beynini tuhaf şeyler meşgul eder en yakınımızdakiler varken?

  Dünyadan soyutlanmışlığın, bir kaçışın sembolü müdür yakındaki dostları görmezden gelmek? Onlar hep oradalar, çöp kutularında, kuytu köşelerde. Oysa her sabah aynı yoldan yürüyüp de aynı köpeği fark etmeyen binlerce insan vardır. Haberlerde izlediğimiz hayvan katilleri, hayvanların sömürü aracı haline getirilmesi ve pet shop davası. Hala mantığını kavrayamadım o kadar sahipsiz hayvan varken gidip bir kediye bir milyar vermenin.

   İki gün evvel tanık olduğum bir olay beni bu mevzu üzerine derin bir şekilde düşünmeye itti. Sabah okula giderken bir fino köpeği gördüm, besbelli terk edilmiş bakılamadığından dolayı. Hayvan kendi kendine gezip herkesten medet umuyordu. Arkadaşımla tartıştık bu konuyu, keşke yanımda yiyecek olsaydı. Rejim yapacak günü bulmuştum! Ama bir de işin şu boyutu var: Taşıma suyla değirmen dönmez, kesin çözüm gerekir. Bir şey yapamadım ama o hayvan gözümün önünden bir saniye bile gitmedi. Ertesi günse aynı hayvanı kampüsün önünde gördüm. Milletin peşine takılıp gidiyordu ama bir türlü içeri giremiyordu da güvenlikten dolayı. Bizim üniversitenin kampüsü evsiz hayvan barınağı gibidir, nasıl oldu da bu zavallıyı almadılar, o da ayrı bir konu.

    Duygularımı nasıl kontrol edeceğimi bilirim, ama insanların görmezden gelmesi, o hayvanın aç bir halde onların peşinden gitmesi ve medet umması içimde bir şeyleri harekete geçirdi ve evet ağladım. Aylar sonra her şey için oturdum ağladım; çaresizlikten, öfkeden, gördüğüm duyarsızlıktan. Bir daha görmedim onu, belki görüp yemek verme şerefine erişip birilerinin kaybolmuş şerefini telafi edebilirim. Bir özür borcum var ona ve yuva bulmak istiyorum. Ne yapacağım hakkında fikrim yok, ama ağlamaktan daha fazlası olmalı diye düşünüyorum... Fikri olan varsa lütfen söylesin.

     Onlar oradalar, ne kadar görmezlikten gelinselerde.... Bir parça ekmek ve sadece biraz sevgi, başka şeye ihtiyaçları yok. Bizden daha şanslılar, çünkü umursamayan bir dünyada bizden daha az yaşayıp bir şey idrak etmiyorlar. Sadece bize acıyorlardır eminim. Acınacak durumda olan onlar mı yoksa görmezlikten gelmeyi yeğleyip geçici morfin durumu yaratanlar mı?  Hayvanlarla aramızdaki farkın sadece akıl-fikir olduğuna inananlara!


20 Ekim 2010 Çarşamba

Kültürel Relativizm: İçimizdeki Büyük Eksiklik

   Kültürel relativizm tanımı dilimize geç girip hala yerleşememiş sosyolojik terimlerden biridir; açıklamak gerekirse en basitinden toplumlar arası empati kurmak diyebiliriz. Bir müslümanın domuz eti yiyen birine etnosantrik açıdan bakıldığında anlam verememesi bir kültürel relativizm eksikliğiyken, bir budistin de kurban kesen müslümanlara vahşi demesi de aynı şekilde buna örnek oluşturur.

   Kültürel relativizmde ahlak ve değer yargıları sorgulanmaz, olanı olduğu gibi kabul etmek vardır. Bir toplumu bir değere göre yargılamak bu terimin doğasına aykırıdır ve sosyologların üzerinde uzun zaman çalışıp uzmanlaşmaya çalıştığı bir alandır. Sonuçta toplum bir bütündür ve içindeki farklılıklarıyla güzeldir, toplumu toplum yapan da farklılıklarıdır.

   Kültürel relativizme duyduğum ilgi etnosantrizmin artmasından duyduğum telaştan kaynaklanıyor aslında. Burada bir tırnak açıp etnosantrizminde ne olduğu açıklamak gerektiğini düşünüyorum. Etnosantrizm kültürel relativizmin aksine bir kültürü kendi değerlerine aykırı, ters ya da uygun olmadığı savıyla yargılayan insanlar için kullanılan etnosantrik sözünün terim halidir. Etnosantrizmde önyargılar ve çeşitli negatif duygular vardır.Bunlar geçmişten gelebildiği gibi (savaşlar, tarih vb) günümüz toplumunda da oluşabilir (siyasi görüşler, mezhepler vb).

    Globalleşen bir dünyanın insanları olarak gelişmemiz ve ırkçı, ayrımcı söylemlerden uzak durmamız beklense de artan toplumsal olaylar etnosantrizmi körüklemekte, bu da toplumların birbirini objektif bir şekilde anlamasına ve anlaşmasına engel olmaktadır. İletişim kurmak için öncelikle karşımızdaki kişiyle nasıl çift taraflı empati kurmamız gerekiyorsa, geniş insan topluluklarının da empatiyi ilerletip bunu kültürel relativizme dönüştürmeleri gerekir. Gerekir, çünkü insanlığın temelinde iletişim kurabilmek için önyargı ve korkulardan arınma vardır. Bu insani bir gereksinim olmakla birlikte, sosyolojik açıdan düşünüldüğünde bunun toplumsal bir gereksinim olduğu da görülür.

    Günümüz Türk toplumuna baktığımızda bölgeler arası kültür seviyesi düştükçe, kültürel relativizm oranının da buna paralel olarak düştüğünü, dolayısıyla bir iletişim kopukluğu olduğunu görüyoruz. Bu tüm toplumsal olaylar için geçerli, eğitimsizlik eşittir iletişim bozukluğu. İletişim bozukluğunun da nelere yol açtığını, açıyor olduğunu ve de açacağını bilmek hiç de zor değil. Toplumda yaşanan bütün sıkıntıların temelinde aslında bir ön yargı ve kabul etmeme seli olduğunu görürüz. Bir şeyler topluma ters geldiğinde (aslında kime ve neye göre) onları dışlamak ve yok saymak, bizi etnosantrizm, dolayısıyla cahillik tuzağına biraz daha düşürüyor.

    Kabul etmeyi illa olumsuzluğu alıp bağrımıza basmak olmadığını açıklamak yersiz, farklılıkların olduğunu bilmek ve saygı duymak bir zorunluluktur, insani bir zorunluluk. Aksi takdirde toplumsal ilerleme süreci biraz daha baltalanmakta ve dolayısıyla gecikmektedir. Kültürel relativist yaklaşımlar toplumun her kesimine gitmediği ve benimsenmediği sürece milli ve evrensel barışın yolunun tıkalı olduğunu söylemek gerekir.

    Ne kadar önyargı, o kadar gerileme. Tüm önyargıları bir rafa kaldırıp düşünme günüdür, en azından benim için.

8 Ekim 2010 Cuma

Köksüz Bir Ağaç Gibi

    Sevgili Damien Rice sevdiğim ve takdir ettiğim bağımsız ve dobra müzisyenlerden biridir yeryüzündeki. Sadece ritimleriyle değil, fikirleriyle de varolabilen ender incilerden. Nereden girdin Damien Rice’a diye soracak olanlara sözüm şudur: Rootless Tree. Türkçeye köksüz ağaç olarak kazandırabileceğimiz bu şarkının bende uyandırdığı duyguları anlatmak için başvurdum Damien’a. Kendisi şahsına münhasır bir müzisyen ve de kimseyi iplemeden ettiği laflar da mevcut. Bu şarkıda Damien aslında giden sevgiliye duyulan öfkeyi dile getiriyor olsa da yazıma ilham kaynağı olan ‘Rootless Tree’ sözcüğünün kendisidir.

    Bazı insanlar vardır, kendilerini hiçbir yere ait hissetmezler ve köksüz ağaç misali oradan oraya sürüklendiklerini hissederler… Ben de bu ağaçlardan biriyim gün be gün olduğum yerin aslında benim yerim olmadığını hisseden… Bu yurtsuzluk değil, bir yere alışamamışlık, ya da terk edilmişlik duygusu değil… Bu kendini yenileme zamanının geldiğinin işareti…

    Bazı insanlar vardır büyüme sancıları çeken… Kaplarına sığamazlar, bir yerlere gidip bir şeyleri değiştirmek isterler… Bir yanlışlık vardır onlara göre düzeltilmesi gereken. Bir bitmemişlik duygusu taşırlar içlerinde her zaman, bitirdiklerinde huzur bulabildikleri. Ben de onlardan biriyim, yapamadıklarımın özlemini çeken ve başarmak için de sancılar çeken…

     Bazıları vardır hayatta, keşfedememiş kendini, kimliğini. Kendi dışında ne varsa olmak isteyen… Gülen maskeler takarlar, içten içe ağlarlar aslında ‘Ben de varım!’ diye. Ama saklarlar gerçek kimliklerini kabul edilmem, dışlanırım korkusuyla… Ben de bu ağaçlardan biriyim, eğer çiçek açarsam koparırlar korkusu taşıyan derinlerde bir yerlerde…

      Bazı insanlar gördüm yüzlerinde bir umutsuzluk ifadesi, kendi kendini yiyen, ben doğru muyum acaba diyen. Kendini ve benliğini dışlamış, birileri bundan memnun olsun diye. Başkalarını mutlu etmek için kendini ve umutlarını feda eden insanlar gördüm, başkaları mutluluğu tadarken, kırıntılarıyla beslenen… Ben de kırıntılarla beslendim, belki bana da bir lokma verecekleri zaman gelir diye…

       Yeniden doğmak isteyen insanlar gördüm, umudunu yitirmemiş… Tekrar güneşli sabahlara uyanıp bir yerinden tutunmak isteyen hayata… Her şeye rağmen gülmeye çalışan ve tekrar şarkılar söyleyebilen. Benim umudum var, güneş yeniden doğacak üzerime eğer umudumu yitirmezsem diyen… Ben de onlardan biriyim, hala umudunu yitirmeyen var olacağım, yeniden doğacağım diyebilen…


        Dünya insanlarla dolu, milyonlarca, umudu bekleyen, ışığı arayan zifiri karanlığın içinde. Onlar oradalar ve de orada olacaklar, köksüzlükleriyle. Sırtlarına umudu yükleyip çıkacaklar yeniden yola, kimseyi takmadan, aldırış etmeden hayata. Onlar hep var olacaklar kök saldım sanan ağaçlara inat, köksüzlüklerini dibine kadar kullanacaklar, sadece bir yere ait olmamanın tadını çıkaranlar da olacak, cefasını çekecek olanlar da... 


        Ama onlar OLACAKLAR, birileri hala varoluşu sorgularken!


        Köksüz ağaçlarız biz, ben ve diğerleri…
  
        Köksüz ağaç olmayı tercih ederim,  eğer dünyanın yükünü paylaşmayacaksam…

        Köksüz ağacım ben, eğer dünya kökler yüzünden savaştaysa ve insanlar ağlıyorsa…

        Köksüz olurum ben, umudumu kaybetmektense…

        Köksüz kalırım ben sürüklenirim oradan oraya, bencilliğimle kök salmaktansa…