Dublin |
Uçakta sislerin içinde ilerleyip hayallerimden birine birkaç mil kala sarsılıyorum kendi düşlerimden sıyrılarak. Nereye gidiyorum ben? Her şey neyin uğrunaydı? Beni ne bekliyor? Hiç bilmeden ilerlediğim bu uzun ve zorlu süreç beni Dublin'e inmeden korkutmaya başlıyor; ama bozuntuya vermiyorum yanımdaki Cork'lu çift benle konuştuğunda. Sadece gergin turist gülümsemesiyle cevap veriyorum sordukları her soruya. İniyorum serin ve yağmurlu Dublin'e ve iki gün süren ev çalışmalarımın ardından boşuna para kaybedip kendime lanet ediyorum. İrlanda'nın gökyüzü öylesine değişik ve büyüleyici ki, kendini bana bir şekilde affettirmeyi başarıyor. İş yerimden önemli bir proje alıyorum ve üstünde çalışmaya başlıyorum can havliyle. Evde sıkıntılar yaşıyorum; fakat çaktırmamaya çalışıyorum. İnsanlarla buluşuyorum ve İrlandalıları tanımaya çalışıyorum. Kendime bir adım yaklaştım sanırken aslında her adımda daha da uzaklaşıyorum. Türkiye'den gelen televizyon kanalıyla İrlanda yolculuğuna çıkıyorum ve yeşil ülkenin nimetlerinden faydalanıyorum. Benim gibi yeşil ve mavinin tonlarına aşık ve hastalık derecesinde tutkun biriyseniz hayat zordur. Artık siz bu iki rengin elindesinizdir ve sizi hiçbir renk kesmez.
Galway |
Yağmurun altında yıkanan sokaklarda dolanıp her gün evime dönüyorum bazen mutlu, bazen de parçalı bulutlu. Düşünüyorum; arıyorum. Sorular soruyorum. Sokaklarda kayboluyor, kendimi ufka bakarken buluyorum. Daha ne kadar ileriyi düşleyebilirim ki? Daha ne kadar ileri gitmem gerek düşler dünyamı tatmin etmek adına. Sonra kalbimin çarptığı kıtayı zaten bilen beynimde isyan ediyor ve Okyanusya diye bağırıyor. Hayaller kuruyorum; gerçekleştirebilmek ümidiyle. Parklarda oturuyor, kitap okuyor ve kahvemi yudumluyorum. Geziyorum, uzun yürüyüşlere çıkıp Dublin'in banliyölerini ve güzelliklerini keşfediyorum. Galway'e gidip, orasının Atlas'a kıyısının olmasından ötürü daha bir güzel olduğunu düşünüp hayıflanıyorum. İrlanda Denizi'nin griliğinin verdiği hisle, Atlas'ın mavi güzelliğinin coşkusu arasında bocalarken, ben de kalbim ve beynim arasındaki gelgit sırasında harap oluyorum. Dağılmak iyidir diyorum ve parçalarımı İrlanda'nin dört bir yanına dağıtıyorum. Bir gün olur da bulursa biri diye, üstüne notlar bırakıyorum kırıntı bırakırcasına ormanda...
İrlanda arafta bırakıyor beni. Hem üzüyor hem de seviyor. Kahkahalara boğulurken gözyaşları ile de yıkanıyorum baştan aşağı. İrlanda çok dengesiz; aynı ben gibi. Ben de dengesizim ve dengeli olmak için hiçbir çaba harcamadım. Bir yanım okyanusken diğer yanım sessiz bir çiçek tarhı. Dalgalarım da var, dikenlerim de. Büyümem gerek; üzgünüm. Ben buyum ve böyle de kalacağım. Gençken hayal etmem gerek ki orta yaşlara geldiğimde üstünde düşünmeye değecek bir hayatım olsun. Yollar beni çağırırken, sanırım karşı koymam anlamsız. Aidiyet hissim olmadı; olmasını da istemiyorum. Yapraklar savrulduğu sürece ağaçlar yaşarlar. Ben de kök salan bir ağaç olmaktansa, köksüz bir yaprak olmayı tercih ediyorum. Hayat denen fırtına da toz tanesi olmaktansa, o tozun içinde gözlerim yarı açık ilerliyorum. İrlanda'da bu duraklardan biri şimdilik ve bir buçuk ay daha benim gibi savruk bir gezgine ev sahipliği yapacak. Ben demiyorum da, o bana en içten İrlanda gülüşüyle 'Fáilte go hÉirinn!' dedi bile.
İrlanda'dan yeşil-gri bir kızdan notlar.
NOT: Arka planda gördüğünüz ve benim iki yıldır bilmeden arka planım yaptığım aşık olunası yer İrlanda'nı meşhur Cliffs of Moher'i imiş. Daha bir mutlu oldum.